eskiden verdiğim bir ders geldi aklıma, neden yemeğe çıkarız diye konuşmuştuk sınıfımla; hatırlayalım; karın doyurmak için, yeni tatlar, yeni deneyimler için, sevdiklerimizle bir araya gelmek için, sosyalleşmek için, iş için, kutlamalar için gibi gibi gibi…
ama bunlar için en minimumda ihtiyacımız olan şey, keyif.
son bir yıldır, balkanlardan gelen soğuk hava dalgası gibi yurdumuzu saran olaylar ağzımızın tadını da aldı gitti, turizm, yemek sektörünü de yanına alarak.
yemeğe, dışarı çıkmak istemiyoruz, en sevdiğimiz lokantalara, restoranlara, meyhanelere daha az gider olduk, hatta belki aylardır gitmiyoruz. bazılarımız önümüzü göremiyoruz diyerek masrafları kıstık, bazılarımız ise, basitçe dışarı çıkmak istemiyoruz… sokakların eski keyfi kalmadı ki zaten. daha çok evde vakit geçirmeye başladık.
zor zamanlar geçiriyoruz. her zor günün sonunda bir ışık olduğuna inanarak. inanmak isteyerek.
ardı arkası kesilmezcesine hep bir fısıltı şehirde, orası da kapanıyor, bu da kapattı, şu zincir çekilecek, o, şu, bu, neler neler…
çok kulak kabartmamak gerekse de, zaman geçtikçe bir kısmının doğru olduğunu üzülerek görüyoruz. düşen işlerden dolayı mecburi işten çıkartmalar ve sektörde mecburi bir küçülme yaşanıyor. otel, restoran, küçük esnaf, içinde bulunduğumuz durumdan en çok etkilenenler. eğlence sektörü diyor birçok basın kuruluşu, eğlence sektörü adını yemek sektörüne uygun bulmasam da, dışarıya yemek veya içki içmek için çıkmamızın bir ucu tabii ki eğlence.
iç piyasa böyle karışık. dış piyasa da, nasıl desek, şimdilik bitti. turist murist yok.
otelleri geçtim, yemek sektörü de ciğerine hançer saplanmış gibi. zaten işletmeye/restorana aynı turist yılda bir kez bilemedin iki kez gidebilir, bir şehre ayırdığı zaman içinde. kendini tekrarlamak istemez. ben de yurtdışında tatile giderken o şehrin iyi yerlerine gitmek isterim, istanbul’a gelende de durum bundan farklı değil ki. o zaman devamlı yenilenen bir turist piyasasına ihtiyaç var.
ama sırf turistle mi oluyor bu işler? peki biz? yerli müşteri? hani bir laf var ya “o iş bende!” tam işte. o iş bizde. yani öyle olmalı değil mi?
biz ise keyfimizi bir kenara bırakmanın yanı sıra; zaten orada, zaten var, yeni bir yerlere gidelim diye düşünebiliyoruz, havaya göre, mevsime göre, buluşma nedenimize göre yerler seçiyoruz. biz o hani sevdiğimiz, zaten nasılsa orada olan yerlere, işletmelere gitmedikçe, arayı açtıkça, restoranlar lokantalar iş yapamaz oluyor. zaten turist yok ortada, bir de yerli müşterinin ayağını çekmesiyle ortam daha da tatsızlaşmaya başlıyor.
cesurca lokanta maya’yı kapatma kararı alan didem, 30 temmuz 2016’da son servisini verdi, alkışlanarak geceyi bitirdi… lokanta maya eminim başka bir yerde ve zamanda devam edecek kaldığı yerden. ama lokanta maya olmayan istanbul’un tadı eksilmedi mi sizce?
her lokantanın, restoranın, işletmenin şehrin kültürüne, mutfak kültürüne kattığı değerler o kadar farklı ve çok ki. biri eksilince etkisi binler oluyor. onbinlerce restoran var, bir tanesi gidince ne olur diyemiyorum, çünkü zaten iyi yemek, iyi servis, iyi ortam, ağız tadı, karakter dedin mi iki elin parmaklarını geçmiyor bulabildiğimiz işletme…
bu geçtiğimiz hafta, hep dostlarla bu satırları konuştuk. istanbul’un dinamikleri başka şehre benzemez, şehir çabuk toparlanır dedik, buna inanmak istedik. yemek sektörünün iyi günler görmeye ihtiyacı var. bizim ise lokantalarımıza, restoranlarımıza sahip çıkmaya.