sabahın sekizinde barbunya kokuyor, zeytinyağlı pişiyor belli mezecilerimizden birinde. diğer köşeyi dönünce poğaça hamur kokusu yüzümüzü yalıyor. ergenekon’a yaklaşırken o güzel kokular yerini sökülen kaldırımların ortaya çıkarttığı keşmekeşe ve trafiğe bırakıyor.
trençkotumun cebinden kitabımın ucu çıkıyor. cebimdeki ağırlığı bana güven veriyor. dümdüz olsaydı kaldırımlar okuya okuya yürürdüm de, ama ancak metroda. yıllar sonra, ruth reichl’ın çok sevdiğim kitabını tekrar okuyorum. garlic and sapphire, nyt’de yemek kritiği olarak başladığı zamanlarda geçiyor, restoranlara giderken değiştirdiği personalar, gazetede restoranlar ile ilgili yazdığı yazılar ve bir iki tarif derken ruth reichl’ın yemek diline ne kadar hayran olduğumu bir kez daha hatırlıyorum.
akşama bir dilim antrikot. yanında zencefil, tayfun’un garamı, sarımsak ile kavurduğum brokoli, hala doyamadığım semizotu salatası ve kavrulmuş susam yağı, gene kavrulmuş susam sirkesi ile yaptığım lahana salatası. et tahminimden yumuşak çıkıyor, döküm tavadan alıp, dinlendirip, liflerini parçalamadan kesip, üzerine altar’ın zeytinyağından gezdiriyorum. hardala gerek yok.