Bazı yazarlar İstanbul’a çok yakışır, mesela Ahmet Rasim… Onu okuyup da İstanbul’u sevmeyen olamaz. Duyar, işitir, görür, yaşarsın şehri, kemiklerinde hissedersin. Hiç tanımasan bile seversin.
İstanbul’u anlatırken kullandığı latifeli dil, şehrin güzelliğine bir de hınzırlık katar. Konu komşu hayatı, arkadaşlar ile geçirilen zaman, çok sevdiği tontonlar -vapurlara tonton der Rasim-, mahalle, havalar, şemsiye, arabacılar… Günlük hayatımızda, gözümüzün önünde olanları yazdığı Şehir Mektupları nefis tasvirlerle süslüdür, hele de yemekleri, lokantaları anlattığı bölümler, hem güldürür hem acıktırır.
Damağına düşkündür Rasim, yazılarından da damak tadının ala olduğu anlaşılır… Sevdiğim bölümlerden kısa alıntılar size…
“Ekmeğin pişkini hamurun iyisinden olur, derler… Galata ve Beyoğlu’nda çıkarılan ekmeklerin tümü de –İstanbul’un birkaç fırını haricinde- pişkin ve lezzetlidir.”
İşkembe ve işkembeciler hakkında konuşmalara dalan bir arkadaşının, Galata lokantalarının günlük yemek listelerini incelemesi sonucu komik bir menü çıkar ortaya.
“Çorba: Kokulu İşkembe Çorbası
Etliler ve Balıklar: Paçavra haşlaması, kılıç kebabı, süngü kebabı, çoban kebabı, keçi kebabı, orman kebabı, kuzu başı, hafta başı, fileto pane, ben kül oldum yane yane, beyin tavası, tonton havası, kuzu fırında, omlet dö jarden, kotlet dö eski şaten, kızartma, sarartma, morartma, Okmeydanı mektupçusu bize bu kadar sarma, pantolon paçası, Kuşdili, Etmeydanı, Taşkasap (hep bir hesap), Yahnikapan, acemaşiran, Salmantomruk
Sebzeler: Semizotu bastı, aftos surat astı, tramvay silkmesi, zeytinyağlı çınar dolması, Yenibahçe, Bostancı” devam eder…
Kredi, çetele, pusula ile alışveriş alışkanlıklarından da bahseder, ama bunları yazmasındaki esas amacının veresiyeden okurları soğutmak olduğunu da belirtmekten çekinmez Rasim, manav, kasap, sütçü, ekmekçi, tütüncüye veresiye diye gider.
Manavın borç pusulası ile ilgili söyledikleri hangi sebzenin daha revaçta olduğunu da belirtir, aslında popüler sebzeler günümüzle pek de değişiklik göstermez…
“Manavın ay hesabı lahana, pırasa, kereviz, şalgam gibi meselelerde pek de önemli değilse de enginar, fasulye, patlıcan, domates, salata meselesinde hayli fırlar. Mesela domatesin kuruşa satıldığı esnada sabahleyin manava ‘üç okka domates deyip de fiyatı sormadan giderseniz üç okka altmışar paradan yazılır.”
“… Lüfer sözünü duyup da bir parça olsun dönüp bakmayacak İstanbullu olduğunu sanmam.”
Bir gün lüfer balığını tanımayan bir aşçının onu takoz kesip kızarttığından yanar, içiniz acır o güzelim lüferin başına gelenlere…
Mevsiminde ise patlıcan tavası yüzünden çıkan yangını… Ama patlıcanı bir anlatır ki, ne şanslı sebze demekten kendimi alamam….
“… Gerçekten de güzel sebzedir. Misafir ağırlar. Hazmı biraz yavaş olur ama doyurur, bıktırmaz, herşeye karışır. Türlüye girer, dolma olur, şişe dizilir, ezim ezim ezilir. İmambayıldı şekline bürünür. Fakat tavası dehşetlidir…”
Sonrası malum… Tavadan çıkan yangını, umursamayan komşuyu, gelemeyen itfaiyeyi, patlıcan tavanın ortalığı yakıp kavurduğunu…
Sahurlarda yediği söğüş, yaprak dolma, üzüm hoşafı, üzerine çektiği uykunun keyfi, uyuşukluğunu anlatırken bir şeyler yiyip yatağa kıvrılmak istersiniz…
Büyükdere’de oturunca deniz havasından acıkınca karnını doyurmak ister, başlar tüm menüyü okumaya. Seçmeye gelince de başlar eleştirmeye;
“… Piliç kızartması; kupkuru. Piliç soğuğu; söğüşten ne çıkar? Piliç ekşilisi; kim bilir nasıl şey? Biftek; burada pişiremezler…Tas kebabı; yemekten bıktım. Orman kebabı; burası yeri değil. Şiş kebabı; biraz durdum. Dağ kebabı; işitmediğim bir yemek. Büyükdere kebabı; şaştım… Kuzu ciğeri; vakti geçti. Kuzu başı; işkembe dükkanında mıyım?… İzmir köftesi; hiç sevmem…” Sonunda barbunya ve şiş kebaba karar verip bir de şarap söyler, ben bile rahatlarım yiyecek bir şey bulabildiğini okudukça…
Tam da zamanı tekrar okumanın, ilk kitap ilk mektup da baharla başlıyor zaten, hem bahar da çok yakışıyor İstanbul’a…
pi.es: Radikal dijital hayatına da son verince, başka bir gazeteye kadar, kendi sayfalarımda yazmaya devam edeceğim. işte ahmet rasim’in istanbulu ile ilgili yazdığım yazı, son yazım olacakmış; burayaymış kısmeti…
pi.es.iki: evde ahmet rasim’in kitaplarını nedense bulamayınca yeniden aldım haliyle, kapı yayınları 2013 baskısı bu alıntı yaptığım kitap.