zemberi?

kar dedi yampiri (gizli kişi bu kişi, annemle aramızda) sevindim, kış dedi çoştum! nerede? hani? gene yok gene yok! sırf gidersem birgün istanbul’dan birgün, kar göremedim, soğuk olmadı diye gideceğim…

seyahatlerin azaldığı zamanlara geldim, seviniyorum, mutfağımı, bıçaklarımı özledim, yemek pişirmeyi de. düzenimi ve yazı yazmayı da.

yumurtaya olan takıntımın bu aralarki boyutu mantar ve yumurta olarak devam ediyor. güzide marketlerimizden bulabildiğim mantarın çeşitsizliği karşısında tatsız mantaralara açtığım savaş sonunda genelde ya trüf yağı ile bitiyor yumurta, ya trüf parçaları ile, çırpılmış olarak. bazen kaynadıktan sonra tam 1 dakika pişiyor ve bol tereyağı ile kaşıklıyorum, füme tuz ise bu durumda hep çıtırdayan oluyor ağızda.

haftasonu dolapta kalan birer tane sebzeden – ki bu durum makinadaki tek çoraplar kadar mistik, neden birer sebze kalır?-  pancarlı ve bulgurlu bir çorba çıktı. pek pembe, iri taneli, tavuk sulu kış çorbası oldu. kar yağacaktı, ona ne oldu bilemiyorum doğrusu…

aşçının kitapçı tarafı: uzun zamandır hep yemek ile ilgili referans kitaplarına dalmıştım, ders hazırlıyorum, eğitim hazırlıyorum diye. Murakami ile romana geri döndüm, kendime geldim. Önce Sputnik Sweetheart bitti bir lokmada, şimdi Kafka On The Shore elimde paralanıyor. İyi bir kitap gibisi yok! aşçının nefret ettiği tek apple ürünü: itunes. itunes. itunes. sildim. toptan. 120gb müzik yok artık. ya o gidecekti ya benim aklım…