Sabah ne görmek ister ki…

Sevdiğim kahve zincirlerinden biridir Nero. Londra’ya gidegele alışmıştık. Tüketici olmanın keyfine vardığım espressoları ve sütü köpürtmeyi becerebildikleri zamanlarda ise macchiatoları. Sabah sabah gözümü açar açmaz eşimi kahve ısmarlamaya götürdüm. Sahil Nero, çok erken olduğu için daha sakindi, yer vardı, sessizlik ise tam istediğim boyuttaydı…

Arabayı parkedip yan patikadan yürürken kahvesiz olarak uyandım. O minik oyun parkına ve bahçe ve Nero’ya giden yol, kendi bahçesinin içinden geçen, çöp sularından leke olmuş, 3 metre kadar uzunca bir yol çizmiş o çöp suları, taşlar pislenmiş, terliklerimin bile kirlenmesini istemiyeceğm türden! Burası Nero’nun içi, iç bahçesi, başka bahçe değil ve leş gibi, çimenden yürüyorum, aslında orda dönmem lazımdı ama nasılsa içeriye haber veririm ve bir şekilde temizlenir diye devam ettim.

İkinci şansları hep veririm. Ama…

Kahve sipariş etmeye içeri girdiğimde ise başka hoş olmayan bir resim vardı karşımda. Sipariş alan personel günaydını fazla görüp, hoşgeldinizi zaten es geçti. Ama siparişimi verirken cam tezgahın sağda kalan tarafının fincan alt izleriyle yapış yapış olduğunu, görünce midem kalktı. Nerdeydim ben?!!

Dışarısı çöp sularından pis, içerisi ayrı pis… Kahvemi içmeden ikinci kez uyanmış oldum. Espresso makinasının altında duran fincanlarla devamlı espresso yapılıyor ve sağda duran üzerleri lekeli, içleri süt dolu olan pitcherlara konuluyordu. Frappe için bir hazırlık mı acaba? Kirli pitcherlar da sanırım dolaba girecekti…

Nasılsa her şey pis.

İnsanlara gıda hizmeti veren kuruluşlarda temizlik bir gerekliliktir, bir lüks değil. Bunu sağlayamayan kuruluşların varlığını bizim bilinçli tüketiciler olarak yargılamamız lazım.

Ne acı!