Kolejli olmak…

Bavulu, yani ufak çantayı toplarken içim buruldu. Ankardan İstanbul’a taşınalı 16 sene oldu, Kolej’i bir şekilde bitireli 2o. Cumartesi 20. yıl balosu var. Bavulumsu çanta o yüzden. Ankara’ya giderken, evet gene evime gidiyorum, yani kapalı ama eşyalı annemin sadece yılda birkaç ay oturduğu eve, ama artık sanki Ankara’da çok sevdiğim, az kalan arkadaşlarımdan öte, anılar kaldı. Kolej taşındı, yıllarımın geçtiği tamı tamına 12 senemin geçtiği okulumun içinde öğrenci ve öğretmen yerine o ruhu bilmeyen insanlar çalışıyor. Vergi dairesi oldu Kolejim.

Yataklı trenle yaşını almış ama yaşını kaptırmamış birsürü mezunla bir seyahat, bir check-list tadında, bu akşam. Alka-seltzer, alkol, su, tribuşon bazında.

Kıtır, Papsi, Aspava, Tadım Pizza, Hüdaverdi, Gençleri severriiim diyen bakkal, Göç burger, Foto Naci, yaza doğru ortaokul kapısının önüne yığılan seyyar külahta erik satıcıları… Lisede okulun son günleri yapılan yumurta savaşı, bu savaşın Tunalı Hilmi’de sona ermesi, tüm sokakların yumurta kokması, günlerce, hele de bizim şaçımızdan akan kabuklu yumurta parçaları… en bombası okulun son günü içeri girerken yumurta kontrolü yapan Kolejli öğrenci yetiştirmekten payını alan öğretmen ve muavinlerimizin çabaları, ceplerimize vura vura yapılan kontrollerde hazırlıksız arkadaşların ceplerinden akan yumurtalar…

Hiçbir zaman kuralına uygun giyinmediğimiz yıllarımızda, desenli çorap giydik diye muavinlerden yediğimiz azar, hatta bu ne şeklinde atılan yumuşak tekmeler, gömleklerin yakasını kesip, kazakların içine koyar, sabah içtimasından sonra çıkarır çantaya tıkardık. Beyaz dayk çorap, her renk Sebago, Timberland, Dexter giymeler. Erkeklere uzun saç yasak, jöleyle yapışan sonra gene akıllı öğretmenler tarafından keşfedilen  bir cin yöntemi olan cetvelle tam ortadan saçlara dalıp bu ne diyen gene o güzel öğretmenler.

Çantasından pastırmalı sandviç çıkan öğretmenimiz de vardı, öğle arasında tüm sınıfça sarımsaklı mantı yedikten sonra yüzüne hohlayarak kaçırdığımız öğretmenimiz de. Dersinde sıraları çevirip kare masa yapıp eşek oynadığımız ekonomi öğretmenimiz, yazık bizden -biz çift dikişliler, edebiyatçılar, kala kala büyük sınıf olanlar- birkaç yaş büyüktü. Söz tabii ki dinletemezdi. En son çareyi, bağırmayın demekte bulmuştu.

Seçmeli ders müzik seçilirdi, gırgır şamata gitsin. Kantinimizde çikolatalı tost pek meşhurdu ama ondan öte, Ali Abi’nin hazırladığı karamelli, çilekli dondurma! O karamelin tadını bir daha hiç yakalayamadım.

Kolej beni ben yaptı, hiçbir okulun veremeyeceği o tutkuyu, arkadaşlığı, ben olmayı öğretti. Ayrımsız, ayrıcalıksız, eşit ne demek, onu da. Tamam çok haylazdık, hatta piçtik. Ama Kolejliydik. Ama ukala değildik, o kadar yıl kimin fakir kimin zengin olduğunu bilmeden büyüdük, yoktu uçurumlar, elle göstermeler, aşağılamalar.

Kolej derdik, nereden mezunsunuz diye sorulunca. O zaman bir tane vardı, şimdi Kolej diyorum hangisi diyorlar, içimden bir tane Kolej var desem de TED Ankara Koleji demek zorunda kalıyorum. Karşımdaki bana ben de ona garip garip bakıyoruz.

Şat veya Şatana idim ben, adeta adımın Tuba olduğunu mezun olduktan sonra çalışmaya başlarken öğrendim. Kısa saçın ilahı yazmıştı bizi bırakıp giden canım arkadaşım yıllığıma. Yaramaz ve hınzırdım. Sanırım hala öyleyim. Yazmakla anlatmakla bitmez, tükenmez, 12 sene dile kolay. Hep gurur duydum, hep Kolejliyim. Hep o iki at kuyruklu hınzır gülüşlü zamanımdayım.